HogwartsManiac'a Hoşgeldiniz!
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Büyülü bir yolculuğa hazır mısın?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yapOyun Salonu
Sitenin En’leri
Dementia Lizn
Emma Watson

 

 Dementia

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Dementia
Muggle* Lütfen rütbe başvurusunda bulununuz.



Kadın
Mesaj Sayısı : 2
Galleon : 4
Kayıt tarihi : 12/11/10

Dementia Empty
MesajKonu: Dementia   Dementia Icon_minitimeCuma 12 Kas. - 18:29:12

Zaman: Bir cumartesi sabahı, kahvaltı vakti.
Pencereden içeri giren sabah ayazı kütüphaneye tatlı bir serinlik veriyor. Kütüphanenin öğrencilerin hizmetine açılmasına hala vakit var, bu yüzden içerisi bomboş.


Korkularına, evlilikle ilgili kötü izlenimlerine ve berbat ilişkilerine rağmen bir gün evleneceğini biliyordu. Şuanda ne bir aday vardı ne de bir çaba. Bunu bu kadar kesin yapacak olan şey kendisine çocukken aşılanmış aile kurma arzusuydu. Artık bilinçaltı tarafından devralınmıştı. Hiç beklemediği, konuyla alakasız anlarda beliriyordu. Özellikle mutluluğu arzu ettiğinde ve korku duyduğunda. Kendini koruyabilecek kadar güçlü olduğuna inanmasına, kendisine bakacak birine ihtiyacı olmamasına karşın kendinden daha güçlü birinin yanında durabilmekti sanırım geçmişten kalmış izin nedeni. Zaten bu yüzden okul hayatı Slytherin’li Quidditch oyuncularıyla geçmemiş miydi? Saki babası bunları duyunca korkup geri çekilecekmiş gibi. Nasıl bir masal bu, nasıl bir Ravenclaw mezunuydu kendisi?

Yirmi altı yaşındaydı. Belki kendini şartladığı için, belki de iç güdülerinin hissettirdiklerinin izleniminde biliyordu işte kendisinin de beyaz bir ayakkabı almak zorunda kalacağını. Hiç sevmediği bir erkekle evlenecekti. Ömrü, zevk almadığı gecelerle geçecekti. Belki bir çocuğu da olacaktı. İki oda bir salon bir evi olacaktı. Öyle ki mutsuzluktan ağladığı bir evi bile olamayacaktı. İlk günler belki kendini dizginlemeyecek, geceleri sessiz sessiz ağlayacaktı. Akşam yemeğinden kalma rimelli kirpiklerinin boyası ip gibi akıp yastığı boyayacaktı. Beyazlarını örtmek için kullandığı saç boyasının yastığa bulaştırdığı kahverengi çizgilerin arasından ebru gibi akıp gidecekti. Zamanla profesyonel bir mutsuz olacaktı. Kocası hastalandığında, eşiyle kavga ettiğinde, çocuğu Hogwarts’a gittiğinde, çocuğu mezun olurken, oğlu başka bir eve taşınırken, kocası işte kazayla kolunu kırdığı için, oğlu evlendiği için, torunu kendisine ilk kez “Büyükanne.” Dediğinde… Mutluluk ve üzüntü diye iki kategoride sunduğu bahane duvarları arkasında acizce yiten zamana ağlayacaktı. Saklanmadan içini dökebilmek için, hiç sevmediği komşularının cenaze törenlerini bekleyen iğrenç mahluklardan olacaktı. Yatmadan önce aldığı duşta hıçkırıklarını havaya savurabilecekti. Yıllarca devam eden bir yalan üretecekti. “Banyodan sonra gözlerim su toplar. Ailevi.”

Birbirlerini sevmemelerine rağmen arkadaş gecelerinde ellerinde birer kadeh şarapla –ki aslen bu manzaraya şarabın yardımıyla katlanıyorken- kocasıyla verdiği sevgi dolu pozu çerçeveletip salonunun en geniş duvarına asacaktı. Misafirliğe gelen dedikodu avcılarına evliliğimizin bekareti diye sunacaktı. “Günde bir kadeh şarap yararlıdır.” Bahanesiyle bir-iki kadeh şarapla sarhoş olmaya bünyesini zorlayacaktı. Başka türlü katlanılamazdı bu hayata haksız mıyım? Kendini akşam kitap okuyan, ev işi yapan, babası kofti olan, işe yaramaz, cilvesi olmayan ruhsuz bir saman yığını olarak ithaf eden kocasının çamaşırlarını yıkamak belli bir süre sonra alışkanlık olacaktı. Olmadığında ellerini boş hissedecekti. O kadar basitleşecekti hayatındaki klişeleri.

Evde izledikleri aşk filmlerinin bitiminde kendi sonuna gülerek yanına baktığında, dudağının kenarında patlamış mısır kalıntılarıyla horlayan adama bakacak ve “Çocuğumu seviyorum, iyi ki evlenmişim.” Diyerek vicdanını rahatlatacaktı.

Bir gün o hiç sevmediği kocasının ceketinde başka bir kadının kokularının kırıntılarına rastlayacaktı. Eve giren paranın azalmasıyla başlayan belirtiler en sonunda genç bir kadın için terk edilmeyle son bulacaktı. Hiç sevmediği bu adamdan yediği acı kazık onu süründürecek, depresyon hapları kullanmaya başlayacaktı. Toparlandığını sanmasına rağmen içinde hep bir yara kalacak, zamanı geldiğinde yapayalnız ölecekti. Kendisini yılda bir kez ziyarete gelen bir evlat ve kendisinden üç sene önce kalp kriziyle vefat etmiş eski kocasıyla yaşanmış küçük bir hayatı dünyaya eseri olarak bırakarak. O eserle sondan bir önceki sıraya yerleşmeye hak kazanarak. Sonuncu olmamayı da bir zafer sayarak…

Peph, kahkaha attı. Kitapların sırtına çarparak ilerledi bu keskin gülüş. Yanaklarından uzun süredir yan yana gelmediği göz yaşları süzüldü. Açık pencereden gelen rüzgar, sıcaklığıyla geçtiği yerleri ısıtan göz yaşını serinletti. Elinin kenarıyla burnunun kenarından aşağı süzülen soğuk göz yaşını yanaklarına yaydı. Şimdiye dek dostum dediği insanlar dahil olmak üzere kimseye içindekileri dökmediğini anımsadı. Nasıl bu kadar az konuşabilmişti? Yirmi altı yıllık ömründe susmak annesi tarafından abartılı bir şekilde mi öğretilmişti? Yoksa kendisine anlatılanı Pep mi yanlış anlamıştı? Gülümseyi unutmuştu. Kendini şartladığı bir hayatın yolunda gitmek için kırbaçlamıştı. Yanağındaki ıslaklık yalnız değilmiş gibi hissetmesine yol açıyordu. Annesinin yaralı dudaklarıyla yanağına kondurduğu kanlı öpücükleri anımsıyordu. Babasının kemeri üzerlerine zehir gibi zerk ederken annesinin, yüzünü göğsüne gömüşünü hatırlıyordu.

Bileğini burnuna götürüp sabah sıktığı parfümün kokusunu içine çekti. Dışardan gelen çimen kokusuyla birbirine karıştı taze çiçek kokusu. Hayatı boyunca kullandığı tek parfüm, annesinin kullandığı kokuydu. Hep bir güven, bir huzur hissederdi o parfümün yaydığı koku altında. Hiç görmemişti babasının annesiyle kendisini döverken yüzünün aldığı o acımasız ifadeyi. Dayak yemeye hiç sesini çıkarmamıştı annesi, yine de izin vermemişti babasını o yüzle hatırlamasını. Siper etmişti kendisini hem kızının vücudunun kapatabildiği bölgesine hem de anılarına. Aradan geçen onca olaya, onca soruya rağmen hep Pep babasının yüzünü merak etmişti. Biraz olsun keşke var mıydı o bakışlarda? Göz bebekleri kızım demiş miydi bir kez? Ne önemi vardı? Kendisine sevgilim diyerek vuran bir adam daha olmamış mıydı? Yanağı, diğerinden daha mı az morarmıştı?

Çalışma masalarının üzerinde bırakılmış kitapları teker teker toplayarak boş kütüphanede, sabahın solgun ışığı altında ilerlerken bunları düşünüyordu işte. Gün doğarken ve baterken. Hep aynı şeyler dönüyordu zihninde. İki kez gidip gelmek zorunda kalmamak adına aldığı fazla kitaplar dengesini kaybettirdi. Geçmişi ve tahmini geleceği kendisini bilmeden bu kadar yormuştu. Elinden yere düşen kitaplara derin bir iç çekmeyle baktıktan sonra dizlerinin üstüne eğilip “Büyücü Olmakla İlgili Her Şey” isimli kitabı eline aldı. Birinci sınıfta kendisinin de okuduğu bu kitap dünyada okutulması kadar saçma bir şey olmayan on kitap listesine mükemmel bir adaydı. Çarpık bir gülüşle kitaba bakıp “Hemen hemen her şey.” Diye mırıldandı. Rastgele bir sayfasını açıp burnuna yaklaştırdı. Eski parşömen ve toz kokusuyla doluydu. Peph’in huzur anlayışı da bundan ibaretti zaten. Gözlerini kapatıp, duymaktan nefret ettiği telaş kokusundan ırak olan kokuyu bir kez daha içine çekti. Bozulan sinirini yatıştırmaya çalışıyordu bu sayede. Kağıttan bir eve dönmüş olan hassaslaşmış sinirleri gerçekten de bir an için bile olsa gevşedi. Kitabı dizine koyup düşürdüğü başka bir kitabı alıp sırtına okşadı. Kendinden biraz ilerde olan kitabı almak için uzandığında dizindeki diğer kitapların düşmek üzere olduğunu fark etti. Kitapları düşmeden tutmak için ağırlığını geriye verdi ve ahşap kütüphaneye yaslandı. Üst raflardan birinde duran ince ciltli bir kitap sarsıntının etkisiyle aşağıya, Peph’in kafasına düştü. Canının fazla acımamış olmasına karşı yıpranmış sinirleri bir hıçkırıkla eylemini gösterdi. Sessiz bir ağlayışla da devam etti. Kafasına çarpıp yanına düşmüş olan “Hipogrif Anatomisi” adlı tanıtım ve bakım öğütleri içeren kitabı göğsüne bastırıp oturduğu yerde bağdaş kurdu. Bugün içine attığı her şeyin taştığı gün olmalıydı. Bu sabah gördüğü kabuslar da tüm okları bu yöne çevirmeye başlı başına yetiyordu. "Tanrım, neden?" Tam unutmuşken, neden aynı azap yeniden başlıyordu?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Jared Adrian Harvey
Karanlık Lord & Admin
Karanlık Lord & Admin
Jared Adrian Harvey


Erkek
Mesaj Sayısı : 491
Galleon : 1335
Kayıt tarihi : 03/11/10

Dementia Empty
MesajKonu: Geri: Dementia   Dementia Icon_minitimeCuma 12 Kas. - 18:33:28

Betimleme: 16
Anlatım: 17
Görünüm(renklendirme,boyut vs.): 15
Yazım Kuralları: 15
Konu: 14

= 77
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://biestown.yetkin-forum.com
 
Dementia
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
HogwartsManiac'a Hoşgeldiniz! :: Başlamadan Önce :: Role Play Game Tırmanış :: RP Puanlama-
Buraya geçin: