Ophelia Damned Muggle* Lütfen rütbe başvurusunda bulununuz.
Mesaj Sayısı : 2 Galleon : 4 Kayıt tarihi : 20/11/10
| Konu: --DamDam-- C.tesi 20 Kas. - 16:02:35 | |
| Yağmur usulca asfaltı dövüyordu. Aydınlık, sırasını karanlığa teslim etmişti. Çizgi filmlerdeki gibi birden değil. Yavaş ve sakince kararıyordu. Her zaman görülenden daha olağanüstüydü. Belki de sebebi, yağmur bulutlarının güneş ışığının önünde kalkan oluşturmasıydı. Yağmurun getirdiği huzur ve bereket bir çocuğun kalbine dokunuyordu. Elleri, vücudundaki son kalan sıcaklığı içine çekiyordu. Uzun siyah saçlarının ucundan suratına damlayan su onu kendine getirmişti. Uzun zamandır böyle arındığını hissetmemişti. Huzura ulaşmıştı. Bedeni artık ona üşüdüğünü söylemiyordu, söylese de umursamazdı zaten. Kulakları hiç olmadığı kadar uyuşmuştu. Yağmur sesine minnettardı. Ona istediği sessizliği belki de sesi veriyordu. Sinir bozucu değil de, huzur verici bir sessizlikti bu. Düşünmekten yorulan beyni, bu sayede kendini yeniliyordu. Dejenere olmuş bedeni isyan ediyordu. Tüm bunların sebebi neydi peki?
Küçük bir uğuldama duydu. Sağ tarafında kalan, sinir bozucu eve doğru bakınca bunun; Noel süslemelerinden kalan bir heykelin parçasının kopup, kaldırıma düştüğünü anladı. Heykele baktı. Mutlu görünmüyordu. Gülümsemesine rağmen içinde bir yerlerde korku, hüzün vardı. Belki de yağmurun, heykelin suratına damlayıp, ağlıyormuşçasına bakan bir Noel heykeline benzediğinden dolayı düşünüyordu bunları. Ya da heykel ruh halini yansıtıyordu. Vücudunda ıslanmayan yer kalmadığından emin olduktan sonra, sığınacak yer aramaya başladı. Cezası; çok fena hasta olmaktı herhalde. Eksik bir şeyler hissediyordu. Edebi huzurunu bozan bir eksiklik... Ne yapacağını biliyordu.
Sadece kendisine ait bir yere geldi. Birçok geometrik şeklin birleştirilmesiyle oluşmuş mimari bir yapıydı bu. Daha çok harabe bir kulübe gibiydi. Rahat ve kuru. Kapısına yaklaştı. Kapının yüzü yaralı gibiydi. Küfürler, saçma yazılar ve resim olduğundan emin olmadığı aptal karalamalar... Dünya boş insanlarla doluydu. Düşünmeyi beceremeyen aptallara acıyordu. Lakin onlarda yaşamalıydı. Dünyadaki canlılar etkileşim ve süreklilik içindeydi. İyilerin olması için kötülerin varlığı şarttı.
Kapıyı araladı. Yağmur damlalarının sesine alışan kulakları, bu sessizlik karşısında afallamışlardı. Nahoş bir havası vardı buranın. Tahtaya benzettiği materyallerin sırayla dizilmesiyle oluşmuştu. Tatlı bir sessizlik hakimdi. Çömeldi. Aslında çömelmek değil de yığılmak gibi bir şey olmuştu bu. Bacaklarını kendisine doğru çekti. Tahtaların silindir şeklinde kesildiğini hissediyordu şimdi. Ürpertici soğuk, tahtalar yardımıyla yağmurluğuna işliyordu. Kafasını yasladı, iki silindirin birbiriyle birleşirken oluşturduğu girinti canını acıtıyordu. Bedeni uysallaşmıştı, kontrol altındaydı. Ama göz kapakları, ona ağır gelmeye başlamıştı. Uykuya dalmak çözüm olabilirdi! Işığı görüyordu. Göz kapakları, kendisinden geçmişçesine birleşti. Sonsuz karanlığın, saf halini beyninde canlandırabiliyordu. Hayatı çekilir kılan sıradanlaşma sürecinin tam ortasındaydı.
Hayatta hiç bir şeye alışmayı sevmezdi. Alışmak bağlanmanın ilk durağıydı. Ondan hep korkardı. Alışmak: baştaki etkiyi hissedememekti. Başta aldığı tadı alamamaktı. Hayatını dikenli tellerle sınırlamak, kendi ellerinle hapishane inşa etmekti ona göre. Alışmak, ölümün en küçük ama en sürekli ve en tehlikeli parçasıydı. Çok derin düşünüyordu, evet, ama kendini kurban etmek istemiyordu. Aşka alışmak istemiyordu. Ona göre aşk: yüzyıllardır inanılan ve insanların inanmaya devam edeceği yalanlardan en başta gelen, duygu sınıfına sokulmuş, mantıksızlık durumuydu. Bir süre sonra acıdan zevk almaya başlamaktı. Ona bir mülkiyetçi gibi sığınmayı kabul etmek istemiyordu. Kölesi olmayacaktı.
Karanlık; sanki ışıktan kaçıyormuş gibi kenara çekildi. Birbirinin içine giren görüntülerin, somut bir şekil oluşturmasına izin veriyor gibiydi. Sanki rüyası gözünün önünde oluşuyordu; çünkü bu şekiller artık daha tanıdıktı. Kendisini görüyordu, sanki onun önündeymiş gibi bakıyordu kendisine. Kızıl saçlı güzel bir kız, ona arkasını dönmüştü. Güzel olup olmadığını göremiyordu, ama hissedebiliyordu. Sanki nurlanmış gibiydi, etrafında ışıklar oyun oynayıp, cilveleniyormuş gibi gözünü alıyordu. Artık sadece kızı görüyordu. Kız önüne dönmüştü. Tüm parçalar uyum içinde bir araya gelip, bir sistemi oluşturmuş gibiydi. Kusursuzdu. Can alıcı gözleri vardı. Masmaviydiler. Güzel bir şey olacakmış gibi hissettiriyordu kızın gözleri. Beyaz duru bir teni vardı. Asil bir görüntü oluşturuyordu. Saf ve duru… Kızın yanında bir siluet daha belirdi. Daha basit bir görüntü, insana şehvet veren bir vücut, beyaz ten, siyah saçlar. Bakış açısından anladığı kadarıyla, bu iki kız ona bakıyordu. Tepkisiz bir şekilde ona bakmayı sürdürdüler. Kızıl saçlı kızın gözünden iki damla yaş, yere düştü. Düştüğü anda yağmur başladı. Ve iki kız da aynı anda buharlaşarak, havaya karıştılar. Görüntü bulanıklaştı, karanlık tekrar bastırdı.
Gözlerini araladı. Sırtı, silindirlerin ona yaptığı baskı sonucu acıyordu. Boynu tutulmuştu. Az önce gördüğü zırvalıklara anlam vermeye çalışıyordu beyni. Olup bitmişti, ama beyni bilgiyi işlemeden silmiyordu. Gene kafa yoracak, gene başı ağrıyacak ve bir sürü şey düşünecekti. Yorulmuştu. Acaba, beyninin ne kadarını kullanmıştı ki, böyle bir ağırlık hissediyordu. Kimseyi düşünmezdi, bencildi. Değişiyor muydu? O lanet olası duygu mu yapıyordu bunu? Keşke çok fazla çalışan beyni, bunu da cevaplayabilseydi. Bu kadar basit bir şeye yenilemezdi. Bu yüzden her şeyi bırakıp gelmişti buraya. Kaçmak en kolay çözüm yoluydu. Arkasında bıraktıklarını umursamıyordu. Ya da sadece saçmalıyordu.
Tüm hissettikleri, yerini çaresizlik ve korkuya bıraktı. Kapı gıcırdayarak açıldı. Bakımsız, gri saçları beline kadar uzanan, sakalları sanki saçlarıyla birleşmişçesine aşağıya uzanan bir adam içeri girdi. Gri, kirli bir görünümü vardı. Gözlerinin altı morarmış, dudakları çatlamıştı. Pespaye bir kıyafet giymişti. Siyah, yırtık botlarının içindeki ayak parmakları gözüküyordu. Elindeki gaz lambasını yaktı. Lambanın saçtığı ışıkla, adamın yüzü daha çok ortaya çıktı. Gözleri simsiyahtı. Bakımsız elleri, kirli tırnakları gaz lambasını tutuyordu. Nihayet adam orada olduğunu anladı. Kendini geri, sanki duvardan dışarı çıkacakmış gibi itiyordu. Titremeye başladı. Adam kaşlarını çattı. Korku filminden fırlamış gibiydi. Çatlamış dudakları aralandı, kendisinin bile anlayamayacağı bir ses tonu vardı:
" Hemen git buradan..."
Ayağa kalktı. Çok hızlı kalktığından dolayıdır ki, gözleri karardı ve yalpaladı. Kapıyı eliyle araladı. Suratına çarpan soğuk, titremesini arttırdı. Yağmur dinmişti, ama yürümeyi bile engelleyen soğuk vardı dışarıda. Ellerini yeniden cebine koydu. Bacaklarının hâlâ diri olduğunu hissetmek güzeldi. | |
|
Jared Adrian Harvey Karanlık Lord & Admin
Mesaj Sayısı : 491 Galleon : 1335 Kayıt tarihi : 03/11/10
| Konu: Geri: --DamDam-- C.tesi 20 Kas. - 17:28:10 | |
| Betimleme: 15 Anlatım: 15 Görünüm(renklendirme,boyut vs.): 16 Yazım Kuralları: 18 Konu: 13
= 77 | |
|