“Asla sınırı geçme. Bazen gerçekler sınır ötesinde olsa bile.”
BÖLÜM BİR:
Sene 1992 ,Nisan 14 ,New York, Başlangıç.
Yağmurlu bir gündü. Yağmurun sesini gözümü açmamış olmama rağmen duyabiliyordum. Rüzgar camıma vuruyordu. Sanki bana “uyan” demek istiyordu. Ben ise hala uyumaktan yanaydım. Küçük ellerimi soğuk havaya değdirmek istemiyordum. Yorganın altı oldukça sıcaktı ve bu bana vazgeçilmez derecede zevk veriyordu. Gözlerimi açtım. Odamın gri duvarlarındaki posterler bile sanki uyanmışçasına canlıydı. Sessizce kafamı kaldırdım ve sağımda duran saate baktım. Aman Tanrım! Çalmasına saniyeler kalmıştı ! Hemen aceleyle pillerini çıkardım ve derin bir nefes alarak yatağa yatıyordum ki, kapıda duran bir bayanın sesi beni ürküttü:
“Yakalandın ufaklık!” olamaz , bu annemdi!
Bir yere gitmek istemediğimde hep numara yapar geç kaldım bahanesiyle gitmemeye çalışırdım. Yine onu yapacaktım fakat annem beni biliyordu. Oyunlarımı ezberlemişti. Beni tanıması bazen hiç hoş olmuyordu. Bu o aptal durumlardan biriydi.
“Ne yapıyorsun öyle?”
“Hım. Şey sadece…” dememe kalmadan sözümü kesti.
“Yine uyanmamak için numaralar çeviriyordun değil mi? Ne yaparsan yap bugün New York'u terk etmelisin. Yani,Babaanneni ziyaret etmelisin tatlım. Hadi hazırlan artık. “
Beni dinlemeden hızlıca koyu kahve kapıyı kapatarak odadan çıktı. Öylece kalmıştım. Gitmek istemiyordum . Hem ne yapacaktım ki babaannemde ? Birlikte el işi mi yapacaktık ? Hem annemin sözlerinde bir yer dikkatimi çekmişti, New York'u terk etmelisin.
Üstümü giyindikten sonra kahvaltı için küçük mutfağımıza doğru ilerlerken bir yandan da annemin dediğini düşünüyordum. Mutfağa girdiğimde kırmızı sandalyelerin birine oturduktan sonra sırayla babam , ağabeyim ve annem içeri geldiler. Annem ocağın üstünde beklemekte olan omleti masanın tam ortasına koyduktan sonra yanıma gelerek :
“Asla sınırı geçme. Bazen gerçekler sınır ötesinde olsa bile.” Diye fısıldadı.
Bana garip gelmişti. Bir anlam verememiştim söylediklerine . Ne demek istediği hakkında ufacık bir fikrim yoktu. Kahvaltımı bitirdikten sonra hızlıca odama gidip her şeyi not ettiğim defterime bunları yazdım. Nedense ileride işime yarayacağa benziyordu.
…
Saatler geçmişti. Artık babaanneme doğru yola çıkacaktık. Tam dört koca valiz hazırlandı. Değerli eşyalarım, sevdiğim kıyafetler ,taşlar,tokalar… Neden bu kadar eşyanın yanıma alındığı hakkında bir fikrim yoktu. Annemin bu kadar abarttığını hiç görmemiştim. Bugün oldukça garip bir gündü. Nasıl bir olayın içindeyim ben böyle?
…
Babaanneme geldiğimde beni büyük bir sürpriz karşıladı. Babaannem bana evinde mavilerle dolu koca bir oda yapmıştı. Ama biraz düşününce işlerin iyice garipleştiğini fark ettim. Babaannem cimri bir kadındı ve kolay kolay kimseye para vermez, para harcamazdı. Bana oda yapması çok garip gelmişti.
Odanın içi açık-koyu mavilerle doluydu. Duvarlar koyu maviydi. Camın kenarında duran yatağım yine açık mavi bir nevresimle örtülmüştü. Hemen yanında açık mavi bir çekmece vardı. Kabarık tüylü , koyu mavi bir halı ve koyu renkli bir dolap… Çalışma masası odadaki tek farklı renkte olan şeydi; beyazdı...
BÖLÜM İKİ:
Sene 1992 ,Mayıs 2, Los Angeles , Haber ve Yasak.
Sabahın o tatlı güneşi yüzüme vurduğunda sanki denizin altından çıkmışçasına nefes aldım. Dışarıdan kuşun kanat çırpışlarını ve eğlenen kurt köpeğinin havlamalarını duyabiliyordum. Bu havlamalara küçük olarak tahmin ettiğim ayak sesleri eşlik ediyordu. Mavi gözlerimi, mavi odamda gezdirdikten sonra biraz karanlık olduğunun farkına vardım. Kalkıp güneşliği açmak gelse de içimden sıcak yorganın altından çıkmak istemiyordum. İstemeyerek de olsa kalktığımda aynadaki görüntüm gözüme çok berbat gelmişti. Umursamayarak gidip güneşliği açtım. İçerisi tüm ışıklar açılmışçasına aydınlıktı şimdi. Pencereyi açıp dışarıya baktığımda dışarısı oldukça sıcak ve güzeldi. Pencereyi bırakıp perdeyi kenardaki ipiyle bağladıktan sonra henüz betonun soğukluğuna alışmamış ayaklarım beni dolabımın yanına götürdü. En sevdiğim beyaz kırmızı kazağımı ve beyaz dar pantolonumu giydim. Ayaklarım yine beni götürmeye başladığında bu seferki durak aynamın önüydü. Siyahlı bordolu tarağımla hafif kıvırcık saçlarımı taradım. Her zamanki gibi saçlarımı açık bırakıp beyaz tüylü tokamı takmak bana çok tipik gelmişti. Beyaz tokayı bırakıp saçlarımın rengine uygun koyu kızıl bir tokayla saçlarımı topuz yaptım. Vitamin ilaçlarımı da aldıktan sonra dışarıya çıktım.
Koridora çıktığımda beyaz ,büyük merdivenlerin aşağısından telefon sesi geliyordu. Bakmak için hızlansam da babaannem benden önce davranmıştı.
“Alo? Evet benim. Evet annesiyim. Yangın mı? Ne-“ bu sözlerden sonra telefon yavaşça elinden kaydı ve babaannem yere düştü. Hızlıca merdivenlerden ikişer ikişer inerek onun yanına oturdum. Hizmetçileri çağırdım ve onu koltuğa yatırmalarını istedim. Tansiyon ilaçları , kolonyalar sürülüyor , su içiriliyordu. O sırada yere düşmüş koyu yeşil ahizeden fısıltılar geliyordu. Hızlıca babaannemin yanından kalkıp telefona yöneldim.
“Alo?”
“Alo? Kiminle görüşüyorum acaba?” dedi telefondaki bayan.
“Ben Desiree Schult. Neler olduğunu öğrenebilir miyim?”
“Sanırım Schult Ailesinin yakınısınız. Dün gece evde çıkan yangın sonucu ailenin iki bireyi hayatını… “ bundan sonrasını dinlemiyordum. Kulaklarım uyuşmuştu . Sanki her milimetresinde küçük böcekler dolaşıyordu. Telefonu kapattım . Gözlerim çoktan ıslanmıştı. Babaanneme baktım. Yarı baygındı. Bir şeyler mırıldanıyordu. Hala kolonya ve suyla uyandırmaya çalışıyordu hizmetçiler onu. Hemen yukarı çıktım ve küçük bir valiz hazırladım kendime. Sonra kendimi dışarıya attım. Şimdi dışarısı daha soğuk geliyordu.
Şoförü çağırttım. Beni New York’a götürmesini istedim. Bunu yapamayacağını , New York'a gitmemin yasak olduğunu söyledi. Aslında ağzından kaçırdığı besbelliydi. Çok şaşırmıştım. Herhangi bir hata yapmamıştım. Bu yasaktan haberim yoktu ve babaannemden aldığım ilk yasaktı.
BÖLÜM ÜÇ:
Sene 1992,Mayıs 14 ,Los Angeles, Hayat ve Ölüm.
Kahve kokusu burnuma geldiğinde gözlerim bir anda açılıverdi. Dışarısı aydınlıktı. Perdeyi açtığımda güneş henüz doğmamış olsa da yaydığı kıvılcımlar onun birazdan burada olacağının kanıtıydı. Kuşlar sağa sola uçuşuyor, ağaçlarda sallanarak ona eşlik ediyordu. Gökyüzünün turunculuğu büyüleyiciydi. Camı açıp oksijeni içime çektiğimde ciğerlerim bayram etmişçesine hareketliydi. Dışarını kokusu öyle güzeldi ki ,tıpkı bir uyuşturucu gibi kendine bağlıyordu. Dört ,beş hatta altı kere hızlı hızlı nefes aldım. Odamdan çıkmak istemiyordum. Manzara harikaydı. Pencereyi kapatabileceğimi sanmıyordum.
Aynamın karşısına geçtiğimde ağlamaktan kızarmış gözlerim ve şişmiş mavi gözlerim, sinirden çizilmiş yaralı boynum bana ürkütücü gelmişti. Odamdan çıkmayalı çok uzun süre olmuştu. Uzun süredir yemek de yemiyordum. İlaçlarla ayakta duruyordum. Zaten yeterince zayıf olduğumdan aldığım ilaçlar yetmiyordu artık. Onlarca ilaç masanın üstünü kaplıyordu.Odamın kapısı kilitliydi ve önünde beyaz çekmecem duruyordu. Annem ve ağabeyimin ölümünden sonra kimseyle konuşmamıştım. Yavaş yavaş ses tonumu unutuyordum. Yavaşça aynanın önünden ayrıldım. Annemin bu yangında nasıl öldüğünü düşünüyordum hala. Evimizde şömine yoktu. Soba türü bir ısıtıcıda kullanmıyorduk. Salonda yangın başlatacak bir neden yoktu. Elektrik kablosunun kopması bana çok basit geliyordu. Artık hayata dönmeli annemle ağabeyimin ölümünün nedenini öğrenmeliydim. Babamdan yardım almak geçse de aklımdan hala onu suçlu buluyordum. Benim tanıdığım babam annem ve ağabeyimi gayet kolay bir şekilde kurtarabilirdi. Ama uğraşmamıştı bile. En azından uğraşmadığı gerçeğini biliyordum.
BÖLÜM DÖRT:
Sene 1992 ,Mayıs 15, Los Angeles, Olay yeri inceleme.
Bir günümü odamdan çıkıp çıkmamak konusunu düşünerek geçirdim. Çıkmalıydım. Artık korkak olmamalıydım.
Yavaşça günlük kıyafetlerimi giyip beyaz çekmecemi kapının önünden çektim .Durdum sesleri dinledim.Eğer sesi duymuşlarsa kapımın önüne üşüşmüş olmalıydılar .Ses yoktu. Derin bir nefes aldım ve kapıyı açtım. Sessizdi. Duyabildiğim tek şey içimi tuhaf eden metal sesleriydi. Bu seslere aldırmamaya çalışarak merdivenlerden aşağıya indim. Yemek masasına yaklaştığımda herkes bana bakıyordu. Masada bana tabak yoktu.
“Ne o? Artık bana tabak da mı koymuyorsunuz?” dedim.
“Hizmetçiler! Neden tabakların biri unutuldu?” diye hizmetçilere kızdı babam.
“Onlara kızma baba haklılar. “
Mutsuz suratı utanç içinde tabağa doğru eğildi. Çatalını tutan sağ elini kırık koluna götürdü. Duygu sömürüsü yapıyordu. Boğazımı temizledim ve:
“Birbirimizi kandırmanın, duygu sömürüsü yapmanın bir manası olduğunu düşünmüyorum baba . Yemeğini yemelisin. “
Sofra kaldırıldıktan sonra odama çıktım. Odamda biraz oturduktan sonra merdivenlere doğru yöneldim. Aşağıdan sesler geliyordu. Kilere girdim. Kilerin salona açılan küçük bir penceremsi yeri vardı. Hemen onu açtım ve dinlemeye başladım.
“Neler yaptığının farkında değil misin?”
“Ne yapmışım anne? Olanlar benim suçum değil!”
“Senin suçun olmayabilir ama olanları Desi bilmeli.”
“Lütfen saçmalama anne. Şimdi bile beni suçluyor. Anlatırsan beni asla affetmez.”
“Peki Damn’ın günlükleri ne olacak?Kilere koydum. Bence Desi okumalı.”
“Onları haftaya yakalım.”
“Çok yanlış yapıyorsun Harry.”
“Ben ne diyorsan onu yapacağız anne. Bu benim meselem. Seni ilgilendirmez. “
Bunları duyduğuma inanamıyordum. Annemin günlükleri kilerdeyse… Tam karşımdaki kolilerin birinde olmalıydı. Hızlıca kalkıp kolilere baktım. Birinin önünde “gizli” yazıyordu. Açtım. Karşıma ilk gelen şey annemin günlüğüydü. Hemen son sayfasına baktım.
“Şubat 1,
O kadar mutsuzum ki. Harry benim başkasıyla birlikte olduğumu düşünüyor. Onu ikna edemiyorum. Boşanalım diyorum kabul etmiyor. Sonsuza kadar küs kalamayız ki. Yıllardır süren birlikteliğimizde bana güvenmedi mi hiç? Kazanamadım mi güvenini? Sanırım ocağı açık un…”
Bundan gerisi yoktu. En altta küçük bir karalama vardı. Ama yanmıştı. Alttaki dosyaları karıştırdım. Polis raporu tam karşımdaydı.
“Evde yerde bulunan kibrit çöpleri ve kırık gaz lambası yangının kasten çıkarıldığının kanıtıdır. “
Bunu okuduktan sonra sessizce ağlamaya başlamıştım. Babam yalan söylemişti. Her şey koca bir yalandı!
BÖLÜM BEŞ:
Uzun süre sessizce ağladıktan sonra kendimi iyi hissetmeye başlamıştım. Küçük olduğumu düşünüyordum. Bu kadar ağır bir olayı nasıl gün yüzüne çıkartabilirdim? Ben bunu yapacak kadar cesur ve akıllı mıydım? Bu soruların cevabını vermek oldukça zordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Günlüğün ara sayfalarına bakmaya karar verdim
“Nisan 14,
Bugün Desi'yi babaannesine gönderdik. Olaydan uzak olması onun için en iyisi. Ağabeyiyle arasında iki yaşta olsa o bir kızdı. On iki yaşında küçük bir kız! Onun üzülmeye, böyle şeylere kafa yormaya çalışmaya hakkı yok. Onu üzmeye kimsenin hakkı yok. Her ne kadar iftiraya maruz kalmış olsam da eğer Harry Desi yada Zack'i üzerse, onu hiçbir zaman rahat bırakmam. Beni öldürse bile diğer tarafta elim iki yakasında olur. Çocuklarım her şeyden önce gelir. Onların üzülmesine dayanamam. Hele Desi. O zaten zor dünyaya geldi. Çocuklarım arasında ayrım yapmasam da onun yeri ayrı. Küçücük yaşında hastalıklarla uğraştı. Şimdide babasının bu düşüncesizliği onun için büyük darbe olabilir. Ayrılmamız bile onu çok üzecektir. Onun için elimden tüm geleni yapmak zorundayım.
Yanlışlıkla New York'u terk etmelisin dedim sabah. Zeki bir kızdır. Kesinlikle not etmiştir diye düşünüyorum. Bugün gitmesi gerekiyor çünkü Harry ve Zack ile bu konuyu ayrıntılarına kadar konuşmaya karar verdik. Bu olanları öğrendiğinde muhtemelen çok kızacaktır fakat onu üzmemek için olduğunu da öğrenince anlayışla karşılayacaktır. O anlayışlı bir kız. Babası gibi değil. “
Bunlardan haberimin olmaması çok kötüydü. Keşke biraz olsun anneme kıyabilseydim. Keşke biraz olsun söz dinlemeyen bir çocuk olsaydım! Keşke babamı ikna etmeye çalışırken bende orada olsaydım. Bunları nasıl benden saklamaya çalışırlar? Hele babam tüm hatalarına rağmen neden hala hata işlemek için uğraşıyor ki? Ona gününü göstereceğim. Hem de kötü bir şekilde! Biraz daha sayfaları karıştırmaya karar verdiğimde araya kağıt sıkıştırılmış bir sayfa gördüm. Hemen açtım. Mektup vardı. Bana yazılmıştı.
“Kızım,
Asla sınırı geçme demiştim hatırlıyor musun? Eğer bunu okuyorsan sınırı geçeli çok olmuş demektir. Babanla ve ağabeyinle konuşacağımızı yazmıştım günlüğüme okuduysan. Konuşma günü o kadar berbat geçti ki! Babana ne kadar dil döktüysem ne kadar yalvardıysam hepsi boşuna! Beni dinlemeye bile , inanmaya bile çalışmadı diyebilirim. Evden çıkarken,
“Seni öldürmek istiyorum. Bana bunu nasıl yaparsın! Söyle nasıl! Bu yaptıkların affedilemez. Sen acı çekmeye mahkumsun! “ diye bağırması beni öyle yaraladı ki. Öldürmek istiyorum demesi acı çekmeye mahkumsun demesi. Bundan bir şey çıkacağı belliydi. Evi o yaktı . Evet o yaktı. Öldüğümü sanıyorsun ama , ölmedim. Yaşıyorum.
Baban eve geldi. Kapıyı açtım. Sinirliydi her zamanki gibi. Bağırdı çağırdı. Gaz lambasını yaktı. Oysa evde elektrik sorununu halletmiştik. Artık elektrikler vardı. Işığı yakmama rağmen kapatmamı söyledi. Gaz lambasını yaktıktan sonra Zack'in nerede olduğunu sordu. Onu alıp götüreceğinden korkmuştum. Arkadaşında kaldığını söyledim. Bunu söylememle ikinci kibriti alıp yere attı. Hemen söndürdüm. Kızmıştım. Bağırdım. İleri gittiğini söylediğim. Beni zorla ellerimden ve ayaklarımdan bağladı. Koltuğa oturduktan sonra gaz lambasını attı ve kibritlerle çıkan küçük ateşi büyülttü. Kapının girişi yanmaya başlamıştı. Sonra hemen kendini camdan attı. Ona ne olduğu umurumda değildi. Ağabeyin içeride uyuyordu. Benim ölmem hiç önemli değildi ama ağabeyin ölmemeliydi. Daha küçüktü. Yaşayacak uzun yılları vardı belki de . Bağırabildiğim kadar bağırdım. Ağabeyin uyandığında kapıdaki ateşe su döküp geçmeyi başardı. Beni kurtardı ve evden çıktık. Daha sonra merdivenlerden inerken itfaiyecilerin yukarıya çıktığını gördük. Hemen eve dönmemiz gerektiğini söyledim. Eve girince hemen televizyonun kablosunu kopardım ve yere yattık. Hastaneye geldiğimizde ikimizi de aynı odaya koydular. Yerimden kalkıp üstümü giyindim ve doktorun yanına gittim. Yaralıların akrabası olduğumu, annenin öldüğünü, cenazeyi benim alacağımı ve diğer doktorun dolu olduğundan ölüm raporunu onu yazması gerektiğini söyledim. Hemen inandı. Kendi adıma ölüm raporu çıkardıktan sonra çocuğun babası geldiğinde ona haber verilmemesi gerektiğini, çocuğun gerçek babasının o olmadığını söyledim. Çıkarken hiçbir adresimin bırakılmamasına dikkat ettim. Babasının biraz belalı olduğunu söyledim. Doktor bayandı ve her şeyi istediğim gibi yaptı. Ağabeyin iyileşene kadar orada bekledik. Ağabeyin iyileştikten sonra İzmir’e gittik. Orada halamdan kalma üç odalı şirin bir ev vardı. Hemen bankadaki tüm paramı çekip oraya yerleştim. Evi döşedim, ağabeyini okula yazdırdım… Düzenimi kurdum. Şimdi sıra sende. Babanın suçunu ortaya çıkarmalısın. Babanı bir şekilde suçunu açıklarken yada suçunu ortaya çıkarak bir delil çıkarırken yakalamalısın. Daha sonra sana gönderdiğim ip uçlarını kullanarak ev adresimi bulacaksın. Artık korkma. Babaannen doğruyu yaptığında arkanda olacaktır. Hadi artık iş başına. Umarım başarırsın.
Annen. “
Bunu okuduktan sonra günlüğü karıştırdım. Bir küçük kağıt daha vardı. İçini açtım,
“Önce eve git. İlk ipucu orda. Sana güveniyorum kızım.”
Hemen yerimden kalkıp bu kağıdı cebime sıkıştırdım. Kilerden yavaş çıkıp salona gittim. Babaannem ve babam oturmuşlar konuşuyorlardı.
“Merhaba.” Dedim sıcakkanlı bir şekilde.
“Merhaba canım.” Dediler sırayla.
“Ne fısırdaşıyorsunuz bakalım öyle?” dedim . İşime çoktan başlamıştım.
“Hiç. Evde değişiklik yapsak mı diyordum babaannene .” dedi babam korkulu bir şekilde.
“Baba sana bir şey diyeceğim. Konuşmanıza tanık oldum. Bana bir şey söylersen daha da kızacağımı düşünüyorsun. Benden gizlin saklın olmamalı. Bu beni daha çok üzer ve kızdırır. Lütfen ne gerekiyorsa söyle. Yalvarırım bana bunu yapma. “ dedim. Çok yapmacık olduğunu düşünmüştüm. Ama babam çoktan kanmıştı.
“Kızım ben annene inanmadım. Onun beni aldattığını sanıyordum. Ona ders vermek istedim hepsi bu. Sadece kızdım . Evde yangını yakan o. Kendini öldürmek istemiş. Ağabeyinde onu kurtarırken hayatını kaybetti. “ dedi. Yalan söylediğini biliyordum. Onu en zayıf yönünden vurdum.
“Annem neden bize o zaman ağabeyimin arkadaşı intihar ettiğinde asla intihar etmeyin hayatınızı sürdürmeli ve yeni yeni şeyler yaşamalısınız dedi . Ve bende sen intihar edecek misin dediğimde, asla dedi. Neden böyle dedi o zaman?” dedim. Babam çok şaşırmıştı. Bir şey diyememişti.
“Yalan söylüyorsun baba. “ dedim. Bana baktı. Gözünden damlalar akıyordu. Devam ettim,
“Neden annemi öldürdün. Neden sadece kendini düşündün baba! Neden?” dediğimde hemen yüzü kalktı.
“Günlüğü okumuşsun! Bunu nasıl yaparsın! “ diye bağırdı. Çok sinirlenmişti.
“Okurum! Bilmeye hakkım var! “diye bağırdım ayağa kalkarak.”
“Sen, sen annene benzemeye başlıyorsun!” dedi tehdit edercesine.
“Ne o? Beni de mi öldüreceksin? Babaannemin evini de mi yakacaksın! Sen katilsin !” dedim.
“Evet katilim! Evet ben yaptım! Evi ben yaktım ama annen hak etti! “ dedi. Tam istediğimde buydu.
Ağlıyormuş gibi yaparak alt katta duran odaya girdim. Sonra gözlerimi silerek o odadan çıkıp odama giderek küçük bir çantaya eşya koydum. Merdivenlerden hızlıca inerken söyleyeceğim yalanları düşünüyordum.
“Ben Daisy’nin yanına gideceğim. Biraz kafa dinlemeye ihtiyacım var. Akşam gelmeyebilirim. Onlarda kalıp sizden biraz uzak durmak istiyorum.” Dedim. Seslerini çıkaramadılar. Hakları yoktu. Hızlıca taksiye binerek havaalanına gittim. İlk bulduğum uçakla New York'a gidecektim. Korkuyordum. İlk defa kendim , yanımda bir yabancıyla seyahat edecektim. Ama annem için değerdi.
Dışarı soğuktu. Hemen uçağa bindim. Isınmak için hırkamın önünü iyice kapattım. Dışarıda güneş batmak üzereydi. İnsanlar birbirleriyle vedalaşıyorlardı turuncu havanın altında. Uçağa binenler küçük camlardan el sallıyorlardı zorla gördükleri yakınlarına. Kuşlar kaplamıştı havaalanının üstünü. İş asıl şimdi başlıyordu.
Yolculuğum çok sakin geçti. Uçaktan sonra tekrar taksiyle eve geldim. . Anahtar cebimdeydi. Hızlıca merdivenleri çıkarak evimize ulaştım Kapı kararmıştı . Yangından olmalıydı. Hemen içeriye adımımı attım. Yerler toz içerisindeydi. Yanık kokusu hala içerideydi. Hemen camları açtım. Koltuklar fotoğraflar her şey yanmıştı neredeyse. Benim ve ağabeyimin odası sağlamdı. Benim için hatıra olacak resimleri aldım. Tam o sırada yatağımın üstündeki kağıdı gördüm. Üstünde numara vardı. “Bunu ara “ yazıyordu. Hızlıca odamdaki telefonla bu numarayı aradım. Telefona çıkan annemdi.
“Anne!”
“Desi!”
“Anne evdeyim! Mektubunu okudum, babam her şeyi söyledi hemen polise bildireceğim. “
“Bu kadar çabuk mu? İnanamıyorum sana çabuk kavuşacağım.”
“Seni çok seviyorum anne. Sınırı geçmek bazen işe yarıyormuş. Hemen polise gideceğim.”
“Çok dikkat et. Evde ip uçları bulursan al.”
Bu konuşmadan sonra kendimi daha cesur hissetmiştim. Hemen işime yarayacakları aldım ve polise gittim.
Polise geldiğimde hemen beni bir odaya aldılar. Burası daha çok hastane gibi kokuyordu. Çok dar ve dolu bir odaydı. Hemen kahverengi masanın karşısındaki polise her şeyi anlatıp delillerimi sundum. Deliller annemin o adamla çekilmiş fotoğraflarının gerçek olmadığını belli eden kusurlar ve babamın bana sarf ettiği sözleriydi. Babam artık hapishaneye girecekti.
İki gün kendi evimizde kaldıktan sonra babamın mahkemeleri ve işlemleri tamamlandı. Babaannemin de ifadesiyle her şey ortaya çıkmıştı. Babam şimdi olması gereken yere gidebilecekti. O artık mahkumdu. Ben annemin yanına yerleştim. Ağabeyimle aynı okula gidiyor,olanları unutmaya çalışıyorduk. Annem benim odamı çoktan hazır etmişti.Bu olay bana sınırı geçmenin çok kötü bir şey olmayacağını öğretti. Artık çok uslu bir çocuk olmayacaktım
Başka bir sitede yaptığım puanlama rpsidir.