~~~~~~~~
Karanlık bir ormanda koşuyordu. Nefes nefese kalmıştı. Bir ağacın altına sakince oturdu. Ellerinden biri göğsünde duruyordu. Diğer eliyle de ağacın gövdesini tutarak denge sağlıyordu. Yerdeki otlara baktı, hepsi yemyeşildi. Bu sefer sakince başını kaldırdı, etrafına bakındı. Büyük, iri gövdeli, yeşilin her tonunda bulunan ağaçlar… Fakat bir farklılık vardı. Bu sefer bu ormanda onu şaşırtan başka şeyler vardı. Demek istediği kelimeyi bir türlü bulamıyordu. Değişik, güzel, farklı, hoş, büyülü… Evet, evet! Büyülü… Ormanda büyülü şeyler vardı. Yoksa gözleri mi yanılıyordu?
Yüzünün kirli olduğunu tahmin etmişti. Elleri toprağa ve ağaç gövdelerine dokunmaktan kapkara olmuşlardı. Üstündeki beyaz bluzu ve kısa şortu ise kesinlikle yıkanmalıydı. İster istemez kirli elleri, saçlarına gitmişti. Saçlarının da üstündekilerden bir farkı yoktu. Açık kahverengi saçları daha da koyulaşmış ve düğüm, düğüm olmuştu.
Sinirden kriz geçirecekti. Tabi neden kaçtığını da hatırlayacaktı. Doğru ya, neden kaçıyordu? Üstü nasıl bu kadar kirlenmiş olabilirdi? ‘‘Ah, olamaz!’’ dedi içinden sessizce… Daha neden kaçtığını bile hatırlamıyordu. Ağacın gövdesine tutunarak kalktı. Sırt çantasını yere indirdi ve için karıştırmaya başladı.
Çantanın içinden ilk önce su şişesi çıkmıştı. İşte bu güzeldi, oldukça susamıştı. Sandviç, pusula, kurşun kalem, telefon… Bir dakika kurşun kalem mi? Ne alakaydı ki, ya telefon? Acaba çekiyor muydu? Fakat telefonun siyah kapağını açtığında şarjının bitmiş olduğunu gördü. Sonunda çantanın içinden açık kahverengi bir harita çıktı. Üzerinde değişik yazılar vardı. Harika sihirli gibiydi. Bir şeyler hareket ediyordu. Bu da nereden gelmişti böyle?
‘‘Büyük ihtimalle şu dere hemen ileridedir.’’ Diye düşündükten sonra sessiz adımlarla derenin bulunduğu yere doğru gitmeye başladı. Ayaklarından biri o kadar feci sızlıyordu ki, yürüyemeyeceğini düşündü. Ama güçlü olmalıydı, buraya nasıl geldiğini bulacaktı. Çalılıkların arasına girdi ve sonunda derenin bulunduğu yere gelmişti. O kadar güzeldi ki… Şelale bile büyülüydü sanki. Suyun üzerinde birkaç tane parıltı görmüştü fakat kuma adım attığı anda her şey kaybolmuştu sanki. Sırt çantasını hemen bir köşeye bıraktı ve koşarak derenin içine girdi. Su o kadar güzeldi ki, kendini bırakmıştı.
…
Havaya baktığında uzun süredir burada olduğunu fark etti. Hemen kendine geldi ve sudan çıktı. Üstündeki elbiseler tertemizdi, ama kuruması gerekti. O bunları düşünürken arkasında bir ses duydu. Fakat arkasına baktığı anda bir şey görememişti. Şaşırarak başını salladı. Çantasına ulaştığında yine bir şeyler duydu ama bu sefer aldırış bile etmedi. Biliyordu, garip şeyler vardı bu ormanda…
Hızla arkasını dönüp baktı ve suyun başında bir yaratık gördü. İşte bu mitolojik bir yaratıktı! Neden daha önce anlamamıştı ki! ‘‘Hey sen bir nymph mısın?’’ dedi aniden… Deredeki hoş yaratık, ‘‘Siz melezler hep aynısınız. Hey, evet ben bir nymph’im. Hayatında ilk defa mı görüyorsun?’’ dedi azarlayarak. ‘‘Evet.’’ Diye cevap verdi kız ister istemez.
‘‘Sen ciddi misin? Bana yeni olduğunu söyleme lütfen…’’ dedi yaratık… Kız üzgünce başını salladı. Şimdiden kötüye gidiyordu. Nymph korkuyla suya daldı. Kız ne olduğunu anlamadan arkasına baktı ve ona doğru gelen yaratığı fark etti. Bu yaratık güzel değildi. Hem de hiç güzel değildi. Gerçekten…
Bu yaratık bir tür boğa gibi bir şeydi. Yarı boğa olabilir miydi? Minotor muydu? Evet, minotordu bu! Kız ani bir hareketle kaçmaya başlamıştı. Nasıl atlatacağını bilmiyordu. Neden nymph onu uyarmamıştı? Şimdi gerçekten korkuyordu. Acaba onu öldürebilir miydi? Kendisine bu kadar güvenmiyordu şimdilik… Arkasına baktığında kocaman ayak seslerini duyuyordu ama görünürde bir şey yoktu.
O sırada önünde bir ışık oluşuyordu. Bu ışık gittikçe büyüyordu sanki… Havaya baktığında krem rengi, parlak kanatlı bir at önünde duruyordu. Gülmemek ve sevinmemek için kendini zor tutmuştu. Bu güzel yaratık burnunu, kızın yanağına sürttü. Kız hemen atın üstüne atladı. Ve güzel at gökyüzüne doğru uçmaya başlamıştı. O ve güzel pegasus…
Havada öylece süzülüyorlardı. Kız, pegasus’un boynunu okşadı. Atları hep severdi. Pegasus’tu bu ama fark etmezdi. Nasılsa aynı tür sayılırladı. Tek fark, bunlar kanatlıydı. Pegasus sanki gidecekleri yeri biliyormuş gibi uçuyordu. Bulutları geçtikten sonra kız şok olmuştu. Gittikleri yer kamptan başka bir yer değildi.
…
Aniden zıpladı. Etrafına bakındı ve üstündeki mavi ve yeşil renklerden oluşan örtüyü katladı. Daha sonra önde oturan iki yetişkine baktı. ‘‘Hala varmadık mı?’’ dedi titreyen sesiyle… Cevap öndeki sevimli kadından gelmişti. ‘‘Az kaldı, yakında evindesin hayatım.’’