İçeri bol ışık girmesini sağlayan penceremin tam yanındaki yaylı yatağımda güneşe karşı gözlerimi açtım. Pırıl pırıldı... Ellerimi Başımın altına koyup güneşi izlemeye başladım. Dışarıdaki kuşların sesi bana huzur veriyor ve hayatı daha iyi görmemi sağlıyordu. Çocuk gülme ve bağırma sesleriyle penceremden aşağı çocuklara baktım. Onlarda benim küçükken yaptığım gibi kurtadam taklidi yapıp oyun oynuyorlardı. Bende küçükken kurtadamların dolunayda dönüştüklerini ve kurtadam olan kişilerin kontrollerini kaybettiklerini sanardım. Bu ben onları iyi insanlar gibi görmek istediğimdendi bana göre kurtadamlar kötü olmamalıydı. Babamın bir kurtadam olduğunu öğrenmem biraz zaman almıştı. Bu kurtadamlara bakışımı kötü etkilemişti. Yanlış anlaşılmasın babam çok iyi bir insandı ama bu saldırıların kasıtlı olarak yapıldığını gösteriyordu ve babamdan kurtadamların kurta istediği zaman dönüşebildiklerini öğrendiğimde şaşırmıştım. Bu bir zarar değil iyi kullanıldığı takdirde yarardı...
Hayata hep iyi bakardım ama ailem karanlık hizmetkarları tarafından öldürüldüğünde daha küçük olsamda onlardan nefret etmeye ve onlara karşı kin beslemeye başlamıştım. Personnalisé okulana başladığımda Akheron binasına seçilmiş ve iyilik yolunda arkadaşlarım tarafından hep desteklenmiştim. Soydan soya geçen kurtadam özelliği bende de vardı bunun yanındaysa hücre yenileme olan özel güzm yara almıyordum babam gibi... Yaşlı şeytan bana hep bu gücün onu bir kademe yükseğe taşıdığını söylerdi. Daha okulu bitirdiğim gün Işık savaşçılarının yanında yer alarak Hephaistosun karanlık öğrencilerine karşı olan savaşa girmiştim. Büyük bir galiple savaştan ayrılırken doğal olarak hiç yara almamıştım ama zaten kurda dönüştüğüm de kaçan Hephaistoslu öğrenciler savaşta bize çok yarar sağlamıştı. Işığın Savaşçılarına katılarak onlarla her zaman iyiliğin yanında yer aldım. Şimdide hala onlardanım ve her gün devriye gezip Karanlık Taraftan birilerini arıyorum zaten daha çok gencim ve aptallığa kadar yükselen bir cesaretim var...
Bunları düşünmekten vaz geçip yatağımda iyice doğruldum. Central Parkta bir koşuya kararlıydım. Güne oradan spor yaparak başlamak beni rahatlatıyordu. Ayrıca Central Park başlı başına bir devriye yeriydi. Orada güne başlamak bile Işık için yararlıydı. Her gün her gece Rolando Martinez i aradım. Babamı öldüren adam. Karanlık Tarafın lideriydi bulunması zor bir hedef... Üzerime bir şort ve t-shirt aldım. Oturduğum binadan ayrıldım ve Central Parka doğru yolda yürümeye başladım. Aklıma Jake takılmıştı acaba dersleri nasıl gidiyordu. Jake on yedi yaşındaydı ama hem öğrencim hem arkadaşımdı. Çocuk her hayvana dönüşebiliyordu ona dönüşümlerini kolaylaştırması için yardım etmiştim yakın bir dost gibiydik. Şimdi Central Parkın girişindeydim. Hemen diğer insanlar gibi koşu yoluna girdim.Her gün düzenli spor yapan kişilerin çoğu tanıyordu artık beni bana selam verenlere bende karşılık veriyordum.
Birden bir güç sezdim civarda. Tam olarak kestiremedim ama gücün sahibi hızla ilerliyordu.Olduğum yerde durdum. Havayı derin bir şekilde içime çektim.Burun deliklerimden giren koku değişikti ama kötüydü. Bu kadar insanın arasında farklılığı bariz belli oluyordu ve bu kişi Central Park çıkışına koşuyordu. Çıkışa doğru bütün gücümle koşmaya başladım Çarptığım insanlardan
-Dikkat etsene. Hey sana diyorum sarışın!
şeklinde bağrışmalar geliyordu. Hiç birine aldırmadım çıkışa varmıştım. Gördüğüm tek şey uzun beyaz saçlar... Aklımdan geçen ilk cümle "bu imkansız Rolando Martinez" olmuştu. Var gücümle koşmaya devam ettim. Parktan çıktıktan sonra bir sokağa girdim artık ara sokaklarda koşuyorduk. Anında bir şeye çarpıp geri düştüm.Bu çarpma normal bir insanın her yerini kırabilir hatta öldürebilirdi bile.
-Seni sürt.k!
diyerek hızlıca gözümü açtım ama Rolando Martinez yoktu. Bunun yerine başka bir telekinezi gücüne sahip Karanlık Taraf muriti vardı. Ayağı kalktım ve tam karşımdaki gülümseyen adama koşacakken üzerime doğru gelen çöp kutuları dikkatimi dağıtmıştı. Bana ilk çarpan çöp kutusunun içi cam kırığı dolu olmalı ki bütün kolum boydan doya kesilmişti ama kan yoktu. Karşımdaki kişide hissettiğim şaşırma ve korku karışımı duygu beni mutlu etmişti. Ardından gelen çöp kutusunu tuttum ve adama doğru fırlattım. Adam çöp kutusunu başından savarken kurta dönüştüm. Bu dönüşüm diğerlerinden kolaydı git gide alışıyordum eskisi gibi baş ağrısı vücutta acı yoktu aksine vücudunda kıl çıkıp bunların uzamasını hissetmek insana zevk veriyordu. Adamda tekrar hissettiğim korku duygusu beni hızlandırdı.Bir hamlede adamın üstüne atlayarak yere yatırdım ve daha dam bağırırken ağzımla boynunu kopardım. Ağzımdan aşağı akan kanlar sinirimi bozarken yaptığım vahşilikten utanç duyuyordum.Dev bir kurt olmak insana manevi yönden zarar verebiliyordu.
İnsan halime geri döndüm üstüm başım kan içerisindeydi dahada kötü olan yerde kafası vücudundan ayrı yatan bir adamın olmasıydı.Gerçekten utanç vericiydi. Bu yaptığım nedendi hırs mı Rolando Martinez e karşı olan intikam duygusu mu? Hiç bir zaman belkide bilemeyecektim. T-Shirtümü çıkarıp kan olan yerlerimi t-shirtün temiz yerlerine silerek t-shirtü oraya atıp orda bıraktım. Sokakların birinden dışarı çıkmaya çalışıyordum anlaşılan çok derinlere inmiştik. Ama bir yerlerden yolunu buldum ve dışarı çıktım. Hava kararmaya başlamıştı.Bu günkü hırsım beni kötü etkilemişti onu farklı bir şekilde öldürebilirdim.
-Bu gün bu kadar yeter!
diyerek evime yürümeye başladım. Yaptığım şeyi düşündükçe gözlerim kapanıyor ve üzülüyordum.
-Hayatı hep iyi bir yer yapmak istemiştim ve şimdi bunu yapıyorum
diyerek kendimi teselli ediyordum. Apartmana vardığımdaysa yoldan geçen araba sesleri artmıştı. Olabildiğince sakin daireme çıktım ve yatağıma uzandım. Şimdi sabah güneşe baktığım yerde aya bakıyordum aklımdan geçen tek şey " nereden nereye..." olmuştu.Gözlerimi dolunaya karşı kapattım tekrar pırıl pırıl bir sabaha uyanmak için...
“Kahretsin”
Ellerim titriyor ve başımı kaldıramıyorum. Mugglelar beni ölüm yiyenlerden daha çok korkutuyorlar. Böyle bir durumda Londra’nın ara caddelerine girmemeliydim. Ara caddelerin birinde iki binanın arasında, karanlıkta durmuş ve duygusuzca karşımdaki iki muggleı seyrediyordum. Elinde L şeklinde garip bir asaya benzeyen nesne tutan erkek muggle garip asasını kadına doğrultmuş ağlıyordu.
“Neden Bell, neden yaptın? ” diye soruyordu erkek muggle. Kadın ise dizlerinin üstüne çöküp ağlamaya devam ediyordu.
Erkek olan yüzünü yana çevirmişti, kadına bakamıyor gibiydi. Erkekten “Üzgünüm” gibi bir ses duydum ve bunu büyük bir patlama takip etmişti. Garip asadan çıkan şey kadının tam kafasına isabet etmişti. Havaya fışkıran kanları çok net görebiliyordum. İstemeden de olsa gözlerim küçük yaşlar akıtıyordu. Sesim çıkmıyor, bedenim hareket etmeye itiraz ediyordu. Erkek olan arkasını dönmüş koşmaya başlamıştı. Sonunda kendime gelip ortaya çıktım. Bunu kesinlikle daha önce yapmam gerekirdi… Kadına yaklaştım ve diz çöktüm. Kesinlikle ölmüştü. Mugglelar daha saldırgandı. Erkeğin yaptığı şey bir öldürme şekli olarak kedavra lanetinden bile kötü görünüyordu. Dişlerimi sıktım, elime asamı alarak başparmağımla yavaşça yüzümdeki yaş tanelerini sildim. Neredeyse görünemeyecek kadar uzağa koşmuş adama baktım.
“Hey sen!” diye bağırdım. Adam bir kere arkasına başmış ve koşuşunu şiddetlendirerek ortadan kaybolmuştu.
Biraz olsun sakinleşebilmiştim. Ama kararlı adımlarla adamın arkasından yürümeye devam ediyordum. O kız… O kız bana ölen sevgilim İsabella’yı hatırlatmıştı, muhtemelen isimleri bile aynıydı. Yosun yeşili gözlerimden gözyaşları tekrar süzülmeye başladı. Bu adam bunu nasıl yapabilmişti. Yolda sadece bir iki muggle vardı. Gören kenara çekiliyor, elime bulaşmış olan kanı görüp korkmaya başlıyordu. Bunu hissedebiliyordum. Bana bakan mugglelara aldırmayarak yürümeye devam ettim. Adamı muhtemelen bir daha göremeyecektim ama onun koştuğu tarafa yürümekten kendimi alamıyordum. Belki de artık bakanlığa dönmeliydim.
“Burada ne yapıyorsun John?” Arkamdan gelen kadın sesiyle irkildim.
Hogwarts’ın ilk gününde tanıştığım en yakın arkadaşım Blaze sormuştu bunu. Arkama dönerek ona iyice bir baktım. Ateş kırmızısı saçları, sırtına kadar uzun ve dalgalıydı. Gerçekten güzel görünüyordu. Sinirlendiğimi mutlaka anlamıştı. Her zaman anlardı…
“Hiçbir şey Blaze. Sadece bakanlığa yürüyorum” deyip gülümsedim. “Sen burada ne yapıyorsun? ” diyebildim zorluklada olsa.
Kızıl saçlarıyla müthiş bir görünüm sağlayan mavi gözleri beni süzüyordu. Yalan söylediğimi anladığını biliyordum ama Blaze iyi bir arkadaştı ve bunu yüzüme vurmazdı. “Bende bakanlığa yürüyorum. ” dedi oda gülümseyerek.
Biraz önceki tatsız olaydan bahsetmeye pek niyetim yoktu. Blaze’in gözlerine bakmadan bakanlığın telefon kulübe girişinin olduğu tarafa yöneldim. Oda sessizdi fazla konuşmuyordu. Tamda Esrar Dairesi’nden birine yakışacak bir hareketti. Merkeze doğru ilerledikçe muggle sayısı arttırıyordu. Elimi kimseye fark ettirmeden silmeyi başarmıştım. Ama insanlar gene de bize bakmaya devam ediyordu.
“İlginç değil mi? ” dedi Blaze. Ne olduğunu anlamayıp, yüzümde soru işaretleriyle ona baktım. “Yani mugglelar.” dedi. Yaklaşık yarım saat önce gördüğüm şeyden sonra mugglelar ilgincinde ötesindeydi. Tekrar kafamı önüme çevirdim “Evet, öyleler.” dedim.
Nerdeyse girişe varmıştık. Aniden üstümde bir şey aramaya başladım. Ne aradığımı ben bile bilmiyordum ama sanki göğsümde bir şeyler hareket ediyordu. Cebimdeki evrakları çıkardım ve Blaze’e tutmasını ister gibi bir işaret yaptım. Blaze anında elimdekileri alarak gülmeye başlamıştı. Dışarıdan komik göründüğüm belliydi. Sonunda elimi cebimin daha derinine daldırdım ve bir heyecanla yakaladım. Sonra ise gördüğüm şey karşısında hayal kırıklığı yaşayarak.
“Sadece meyan kökü şekeriymiş.” dedim ve bende gülmeye başladım.
Kulübenin içine girdik ve kulübe aşağıya inerken muggleların yukarıda kalmasını seyrettik. Kulübe aşağı inerken Blaze’e baktım ve gülerek evrakları geri vermesini söyler gibi bir işaret yaptım. Blaze afallamış görünüyordu.
“Ne oldu?” dedim. Blaze dudağını ısırarak“Şey… Ben onları yukarıda kulübenin kenarına koymuştum.” dedi. Üzgün görünüyordu. “Önemli değil ben hemen geri alırım.” dedim ve gülümsedim.
Kulübenin Blaze’i bıraktıktan sonra tekrar yukarı çıkışını izledim. Birkaç saniye sonra tekrar muggleların arasındaydım. Çıktığım kulübenin yanında evrakları hemen bulmuş ve cebime geri koymuştum. Kulübeye adımımı tam atacakken bir hıçkırma sesi duydum. Arkamdan geliyordu. Bir muggle tam karşımdaki kulübenin yanında bir muggle yere oturmuş ağlıyordu. Yavaşça ona doğru bir adım attım. Beni fark etmemiş gibiydi. Birkaç adım daha attım.
“Sen!”
İkimizde aynı anda bu kelimeyi birbirimize bağırarak kullanmıştık. Aramızda tek fark o korkudan arkasındaki duvara iyice yaslanmış, ben ise onun üstüne doğru çullanmıştım. Bu o genç kadını öldüren pislik herifti. Ağlıyordu… Adamın üstüne çıkarak çok hızlı bir yumruğu yüzün ortasına geçirdim. Nedenini öğrenmek istiyordum, neden öldürdüğünü.
“Neden… Neden yaptın bunu?!” diye bağırdım adama. Erkek genç bir muggledı. “Onu seviyordum!” diye haykırıp konuşmaya başlamıştı adam.
Onu seviyor muydu? O zaman neden… Şaşırmıştım. Onu yakasından tutan ve onu boğazlamaya hazır duran eller biraz olsun gevşemişti. Onu seviyordu ve öldürdü. Mugglelar çıldırmış. Erkek de muhtemelen şaşkınlığımı anlamış konuşmaya devam ediyordu.
“Hem de çok seviyordum!” İyice kafam karışmıştı. “Ama o beni aldattı ve her şeyimi aldı!” diye haykırıp ağlıyordu adam. “Bütün her şeyimi aldı. Paramı, ailemi, her şeyimi…”
Boğazlamak istediğim adama acımaya başlamıştım. Ellerimi anında bıraktım. Adam ağlayarak bana bakıyordu ama ben yüzümü çevirmiş ve ayağa kalkmıştım. Sırtımı onunki gibi duvara dayadım. Gözerim kısılmış ve karşıya sabitlenmişti. Üzücü… Çok kötü bir durumdu. İsabella benim her şeyimi alsa acaba ben ne yapardım? Muhtemelen çok sinirlenir ve onu öldürmeyi denerdim. Ama bunları düşünmek istemiyordum. Onu düşünmek durumu daha da kötü hale getiriyordu. Benim yukarı geri çıktığım kulübeden biri daha çıkıyordu. Blaze.
“Johnny ne oldu? Sen geri gelmeyince korktum. ” sesi endişeli geliyordu. Bakışlarımı yere çevirerek “Yok bir şey evrakları aldım haydi gidelim artık. ” dedim. Blaze ise daha çok yerde yıkılmış olan adama bakıyordu.
Ona aldırmayarak Kulübeye girdim ve içeride yere doğru çöktüm. Kulübe yavaşça yere iniyordu. Blaze de yanımda çökmüş bir şekilde bana bakıp bir şeyler söylüyordu ama ben ne dediğini bile anlamıyordum. Aklımda sadece kadının kafasından dağılan kanlar ve onu vuran adamın hali geliyordu. Demek adam, kadını öldürmeden önce bu yüzden ağlıyordu… Kulübe bir sarsıntıyla indi. Hiçbir şey söylemeden kalktım ve yürümeye başladım.
Her gün baktığım o güzel heykeli umursamıyordum bile. Sadece yolumda yürüdü ve başım eğik bir şekilde asansöre bindim. Blaze üzülmüş gibi duruyordu. İnsanlar konuşuyorlardı ama umurumda değildi. Seher bürosunun katına kadar indim ve konuşmayarak asansörden dışarı çıktım. Haber ulaştırmak için uçuşan kağıt uçaklar sinirimi bozmaya başlamıştı. Büroya girdim herkesin bana merhaba demelerini umursamadan masama oturdum ve hemen İsabella ile birlikte olduğumuz bir fotoğraf aldım. Çok mutlu görünüyor ve dans ediyorduk. Gözlerimden yaşlar akıyordu…
“Seni çok özledim İsabell.”