A. Séptember Qixinâ Hayat Kadını
Mesaj Sayısı : 23 Galleon : 29 Kayıt tarihi : 19/11/10
| Konu: Séptember Qixinâ + Marjolainé Iarine. C.tesi 11 Ara. - 12:23:06 | |
| - Spoiler:
Dersler olmadığı zaman ne kadar da boş geçiyordu aslında günler. Ve anlamsızdı, hiç şüphesiz. Soğuk bakışlarını üzerinde küçümser bir şekilde gezdirebileceği kimse yoktu şu ara. Yalnızdı sürekli. Kimseyle konuşmamıştı uzun bir süredir. Baloya bile gitmemişti, boş boş durmamak için. Kendisinden beklenecek bir şeydi bu aslında ama yine de bazen yalnız başına olmaktan sıkılıyordu ister istemez. Her köşesi gri odasına tamamen kapamıştı kendini. Kimse de arayıp sormuyordu zaten, bu yüzden de çıkmıyordu odasından. Tek arkadaşı kedisi Mushroom, ve hala küllerini sakladığı sevgilisi idi. Yaptığı aslında korkunç bir şeydi, duyan kişiler bir kez daha korkuyordu Raquel’den. Umurunda mıydı? Hayır. Kurduğu hayal dünyasında oldukça mutluydu O. Sürekli olarak düşünüyordu eskiyi, hiç bıkmadan. Belki de o zamanlar her şey daha kolaydı. İşaretlenene kadar yaşadığı olayların çoğunu hatırlamıyordu bile. Tek hatırladığı… Babasının gözleri önünde yakılmasıydı. İçinin ürperdiğini bir kez daha hissederek kollarını göğsünün altında birleştirdi sarışın vampir. Kendini tıktığı dört duvarın arasında delirmesine çeyrek kalmıştı belki de. Yalnızlıktan deliren ilk kişi olmayacağından emindi. Kimseye ihtiyacı olmadığından da. Eskiden sadece bir kişiye ihtiyaç duyardı, şimdi ise O’ndan kalan tek şey yakılmış bedeninin külleri ve… Bıraktığı kolyeydi. Kadın, biri onu dürtmüş gibi, oturduğu yerden kalkarak gümüş gibi parıldayan makyaj masasına doğru yöneldi. Komidininin ilk çekmecesini açtıktan sonra içinden siyah, küçük bir mücevher kutusu çıkardı. Derin bir iç çektikten sonra kutuyu açtı ve içindeki altın kolyeyi çıkardı. Ucunda küçük bir top vardı ve açılıyordu. Açmaya korksa bile, canının yanacağını bile bile topu hafifçe saat yönüne çevirdi ve açtı. İçinde sadece birkaç tutam saç vardı. Beyaza yakın sarıydı rengi. Bir anda kulaklarında yankılanan ses içinden bir şeylerin kopmasına neden olmuştu. “Öldüğümde sana beni hatırlatması için, bir tutam saçımı koy buraya.” Tam olarak sevgilisinin söylediği şeyi yapmıştı kadın. Adamın öldüğü gün, gözleri yaşlı, tabutunun başına giderek kesmişti saçından bir tutamı. Aradan çok uzun zaman geçmesine rağmen hala eskisi gibi duruyordu bu bir tutam. Üstüne bütün anılar sinmiş kolyenin içinde saklanıyordu, sessizce. Kadın, kolyeyi takarken buz mavisi gözleri aynadaki yansımasına çevrildi bir anda. Gözlerinden akan iki damla yaş vardı, siyaha bürünmüş. Uzun, çok uzun zaman sonra ağlıyordu belki de tekrar. Elinin tersiyle yanaklarına ulaşmasını engelledi gözyaşlarının. Eskisi gibi ifadesiz bir hal verdi çehresine. O böyle bilinmiyordu, bilinmeyecekti de. Makyaj masasından katlı ve üzerindeki geceliğini tek bir hamlede çıkartıp yatağının üzerine attı. Meşe ağacından yapılma dolabından siyah, kısa bir elbise çıkarak üzerine geçirdi hızlı bir şekilde. Gri kedisinin sorar gibi kocaman açılmış bal rengi gözlerine aldırmadan odasından hızla çıktı.
***
Eline hiçbir şey almadan odadan çıktığına lanet okuyordu. Dışarı çıkıp ne yapacaktı ki? Bunu hiç düşünmemişti, sadece biraz hava almak için çıkacağından emindi ama şimdi ne yapacağını bilemiyordu. “Aferin Beatrice.” İnce sesiyle söylendi kendi kendine. Ay ışığında Avlu’nun mermerden bankları büyülü bir şekilde parlıyordu. Buz mavisi gözlerini dolunaya çevirirken O’nu ne kadar özlediğini hatırladı bir an. Derin bir iç çekerek oturdu banklardan birinde ve kolyesiyle oynamaya başladı. Eskiyi düşündükçe içine dolan acıya engel olamıyordu. Herkesi iyileştirebilmesine rağmen kendisine yardım edemiyor oluşundan nefret ediyordu. Eduard'a ölümünden önce yardım edemediği için kendisinden nefret ediyordu. Hayatında kimsenin olmamasından nefret ediyordu! Sinirli bir şekilde sarı saçlarını geriye attığında kendi hıçkırıkları yırtmaya başladı kulaklarını. Burası ne yeriydi, ne de zamanı. Ama durduramıyordu gözyaşlarını. Zihni itaat etmiyordu kendisine. Dinmek bilmiyordu hıçkırıkları. Kimsenin kendisini görmemesi için dua ederken yüzünü ellerinin arasına gömdü. Hayatına bir kez daha lanet okudu… “Be-Bearice?” Bu sesi nerede ama nerede olursa olsun tanıyabilirdi. Artık iyice deliriyor olmalıydı! O’nu… Eduard’ı duyması imkansızdı. Ölüydü o! Çok uzun zaman önce ölmüştü. Toprağın yedi kat altında uyuyor bedeni huzurla. Ruhu Nyx’in Alemi’nde mutluydu. Ya değildi, nereden bilebilirdi ki? Tek bildiği burada olmadığından, olamadığından emin olmasıydı. Başını kaldırmadı. Sadece göz yaşlarını dindirebilmeyi başarabilmişti. Yüzü her zamanki katı ve ifadesiz bir hal alıyordu. Kendine çeki düzen verebildiğinde sevindi kendi kendine. Ellerini yüzünün önünden çekti. Birilerinin varlığını hissediyordu şu anda. Her kimse muhtemelen kendisinin Raquel olduğunu anlar ve giderdi. İstifini bozmadan önüne bakmaya devam ediyordu. Kafasını dağıtmaya çalışıyordu. Sonunda kafayı yemiş miydi? Muhtemelen. O’nun sesini… O kadar net duymuştu ki. Şaşkın, durgun ve endişeli hallerindeki gibiydi. Her zamanki gibi etkileyiciydi. “Keşke gerçek olsaydı.” Sesi fısıltıdan bile farksızdı. İstemsiz bir şekilde dökülmüştü kelimeler kırmızı dudaklarından. Kimsenin kendisini duymaması için dua etti içinden. Böyle zayıf görünmek istemiyordu kimsenin karşısındaki. Kimliğini bozamazdı. O, soğuk, otoriter ve duygusuz olandı sadece. Aşık, kırılmış ve bitmiş olan değil. İçindeki değildi yani! Evinden, sevgilisinin yanından iş için çıkıp bir daha eve dönemeyen değildi. Saldırıya uğramış, birkaç arkadaşını kaybetmesine rağmen kendini iyileştirmiş, sonra da kocasının ölümüyle gerçekten ölmüş olan değildi. Duygusuzlukla örülmüş bir kozanın içine hapsolmuş ruha sahip biriydi sadece. Kendi kendine oluşturduğu bu şeyden bir daha çıkmamak üzere hazırlamıştı kendini. Ne olursa olsun çıkmayacaktı da. İç dünyasında bir kez daha kaybolurken yavaş adımların kendine doğru yaklaştığını hissedebiliyordu. Gelen her kimse oldukça cesaretli biri olmalıydı. Kokusunu alabiliyordu kadın. Rüzgarın kendisine doğru esmesiyle hoş bir parfüm kokusu geliyordu burnuna. Hoş ve… Çok tanıdık. Bir kez daha mı kapılıyordu kendi hayallerine? Yoksa sonunda o da mı şizofreni oluyordu insanlar gibi? Daha fazla dayanamayacaktı. Gelenin kim olduğuna bakmak için kafasını kaldırdığında… “Beatrice.” Gerçekten de hayal görüyor olmalıydı. Çok güzel ve çok korkunç bir hayaldi bu. İçinde yeniden bir şeyler hissetmesine neden olacak kadar korkunçtu. Ve yine o eski duyguları hissettirecek kadar güzel. O yüzü yeniden görüyordu. Bu gerçekten de bir hayal olmalıydı ama o kadar gerçekçiydi ki. Kadın oturduğu yerden ayağa kalktı. Buz mavisi gözleri hüzün ve şaşkınlıkla açılmıştı. Yeniden biriken yaşlarına aldırmıyordu bu sefer. İyicene titremeye başlamıştı elleri. Büyük bir tereddütle sağ elini yavaşça adamın yanağına değdirdi. Gerçekti. Hala eskisi gibi sıcaktı teni. Pürüzsüzdü. Sesi yine bir fısıltı gibi çıkmıştı. Sorgular gibi. Ve heyecanlı… “Eduard?” Aynı şeyi kendisi de söyleyecekti şimdi adama. Kendisi Gece Evi’ne yerleşmek zorunda kalana kadar aramıştı O’nu, öldü denilmesine rağmen. Aklına gelen her yere gitmişti, beraber zaman geçirdikleri her yere. Bütün anıları yeniden yaşamıştı acı çeke çeke. Yine de aramıştı O’nu. Kendisi için aramıştı aslında, içindeki bitmek bilmeyen acıya dayanamadığı için aramıştı. Ama çabaları düşündüğü gibi boşa çıkmıştı. Acaba Eduard da aramış mıydı kendisini? Bunun olmaması ihtimali oldukça yüksekti. Kendisinin sevdiği gibi seviyordu adam, biliyordu, ama yine de O’nu aramama ihtimali çok yüksekti. İhtimalleri düşünmek istemiyordu. Sol elini yanağındaki sıcak elin üstüne koydu yavaşça. Sıcaklığı hissetmek içini gıdıklıyordu adeta. İçinin titrediğini hissetti. Sevgilisine cevap vermesi gerektiğini hatırlayarak adamın gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı. “Seni… Seni yıllarca aradım Eduard.” Daha fazla bir şey söyleyemedi. Heyecandan nefesi kesiliyordu adeta. Kelimeler git gide silikleşiyordu konuşurken. Sigara dumanının zamanla gözden kaybolması gibiydi. Ama etkiliyordu bir şekilde sesi. Duyuluyordu yani. Adamın yanağından duran elini ve diğer elini çekti yavaşça, istemeyerek. Tenine dokunmayı ne kadar özlediğini anımsatıyordu, ve O’na sarılmak istiyordu. Ama bunu bir anda yapması çok garip olurdu. Aynı şeyi karşısındaki yakışıklı adam da yapsa, kendisi de garip hissederdi. Gözlerini kısa süreliğine yere dikti. Kelimeler boğazında düğümleniyordu çünkü. Kafasını toparlamaya çalışıyordu. Bu gerçekti. Bir rüya, ya da her gece gördüğü kabuslarından biri değildi. Ta kendisi karşısında duruyordu şu anda. Bedeninden yayılan sıcaklık bulunduğu yere kadar geliyordu. Oysa ne kadar zıttılar birbirlerine. Biri güneş kadar sıcakken diğeri buzullar kadar soğuk. Acaba başka bedenler de hissetmiş miydi bu güneşin sıcaklığını? Kadının merakı iyice artmıştı. İstemsiz bir şekilde iç çekti ve konuşmaya başladı. “Sen? Sen aradın mı beni hiç?” Aynı şeyi kendisi de söyleyecekti şimdi adama. Kendisi Gece Evi’ne yerleşmek zorunda kalana kadar aramıştı O’nu, öldü denilmesine rağmen. Aklına gelen her yere gitmişti, beraber zaman geçirdikleri her yere. Bütün anıları yeniden yaşamıştı acı çeke çeke. Yine de aramıştı O’nu. Kendisi için aramıştı aslında, içindeki bitmek bilmeyen acıya dayanamadığı için aramıştı. Ama çabaları düşündüğü gibi boşa çıkmıştı. Acaba Eduard da aramış mıydı kendisini? Bunun olmaması ihtimali oldukça yüksekti. Kendisinin sevdiği gibi seviyordu adam, biliyordu, ama yine de O’nu aramama ihtimali çok yüksekti. İhtimalleri düşünmek istemiyordu. Sol elini yanağındaki sıcak elin üstüne koydu yavaşça. Sıcaklığı hissetmek içini gıdıklıyordu adeta. İçinin titrediğini hissetti. Sevgilisine cevap vermesi gerektiğini hatırlayarak adamın gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı. “Seni… Seni yıllarca aradım Eduard.” Daha fazla bir şey söyleyemedi. Heyecandan nefesi kesiliyordu adeta. Kelimeler git gide silikleşiyordu konuşurken. Sigara dumanının zamanla gözden kaybolması gibiydi. Ama etkiliyordu bir şekilde sesi. Duyuluyordu yani. Adamın yanağından duran elini ve diğer elini çekti yavaşça, istemeyerek. Tenine dokunmayı ne kadar özlediğini anımsatıyordu ve O’na sarılmak istiyordu. Ama bunu bir anda yapması çok garip olurdu. Aynı şeyi karşısındaki yakışıklı adam da yapsa, kendisi de garip hissederdi. Gözlerini kısa süreliğine yere dikti. Kelimeler boğazında düğümleniyordu çünkü. Kafasını toparlamaya çalışıyordu. Bu gerçekti. Bir rüya, ya da her gece gördüğü kabuslarından biri değildi. Ta kendisi karşısında duruyordu şu anda. Bedeninden yayılan sıcaklık bulunduğu yere kadar geliyordu. Oysa ne kadar zıttılar birbirlerine. Biri güneş kadar sıcakken diğeri buzullar kadar soğuk. Acaba başka bedenler de hissetmiş miydi bu güneşin sıcaklığını? Kadının merakı iyice artmıştı. İstemsiz bir şekilde iç çekti ve konuşmaya başladı. “Sen? Sen aradın mı beni hiç?”
| |
|
Jared Adrian Harvey Karanlık Lord & Admin
Mesaj Sayısı : 491 Galleon : 1335 Kayıt tarihi : 03/11/10
| Konu: Geri: Séptember Qixinâ + Marjolainé Iarine. C.tesi 11 Ara. - 12:43:56 | |
| Değerlemen zaten verilmiş. Diğerinden daha iyi ama.
= 98 | |
|