Bölüm 1
Valentine hızlıca koşuyordu ama ayakları yeterince hızlı gitmiyordu. Beyninin ayaklarına itaat etmediğini düşünüyordu. Evet, metroya yetişmişti ama kapılar kapanıyordu. İçeriye giremeyeceğinden emindi. Umudu tamamen kesilmişti. Metronun 2. kapısına yakın bir yerlerde dururken “ Hadi ama. Lütfen şu metronun kapılarından biri yine bozulsun ve beni içeri alsın. Lütfen, lütfen…” diye söylenmeye başladı.
Evet, metronun kapılarından biri bozulsun demişti. Özelliklede ikinci kapı bozulsun istemişti. Genelde ikinci kapı bozulurdu. Bir keresinde metro tam harekete başlamışken ikinci kapıda arıza çıkmıştı. Arıza 5 dakika içinde giderilmişti. Meğerse kapıya sadece küçük bir dal parçası sıkışmış. Umuyordu ki bu seferde öyle olurdu. Ama olmadı. Bütün kapılar kapandı ve metro harekete başladı. İkinci kapı, üçüncü kapı… ve son kapı. Gidiyordu. Ağlamak üzereydi. Ama son kapıda tünelde kaybolurken metro durdu. İçeriden “Hey!… Sen ne yaptığını sanıyorsun?... Ahmak herif…” türünden sesler geliyordu. Ve inanılmaz. Son kapı açıldı. Dışarıya bir kol uzandı. Daha sonra kolun sahibinin kapüşonlu başı çıktı.
“Hadi gelin bayan.” dedi. Valentine ise afallamıştı. “Hadi bayan. Burada ben ölmeden gelin, lütfen.” Dedikten sonra yabancının elini tuttu ve içeri girdi. Metroda herkes Valentine'e –En azında onlara- bakıyordu. Yanındaki Çinli adam, oturan sarışın ikizler ve kafasını kaldırdığında gördüğü sinirli güvenlikçiler... Sadece sırıttı. Ama bakmayı kesmediklerinden dolayı elini hala bırakmadığı yabancıya döndü. Sanki Valentine'in ne yapacağını biliyormuş gibi başını salladı yabancı. “ Neden öyle bakıyorunuz? Çok mu tuhaf? Yardım sever birinin sizi tam kaçacak olan metroyu durdurması ve sizi içeri çekmesi? Bunu içinizden hanginiz yapardınız?”
Vay canına. Az önce bunca kalabalığa bağırmış mıydı ve herkes O'nu dinleyip önünü dönmüş ve haklı diye mırıldanmalar mı duymuştu? Daha sonra elini hala bırakmadığı yabancıya döndü ve teşekkür etti.
Gülümsedi ve elini bıraktı- sonunda-. Düşmemek için üstteki demirlere tutundu. bir süre ilerledikten sonra yabancının hala arkasında olduğunu fark etti. Arkasını dönmek istiyordu. İçini yiyen dürtüyle baş edemedi ve arkasını döndü. Yabancı uzun boyluydu. Kapüşonu olduğu için yüzü gözükmüyordu ama gözleri gece mavisiydi.
“Sana gerçekten teşekkür ederim.”
“Önemli değil. Bu metroya binmeye gerçekten ihtiyacın var gibi görünüyordun. Bende arkada duran ve metroyu durdurmaya yarayan kolu çektim işte.” güldü yabancı. Valentine'de onunla birlikte sırıttı.
“Neden kapüşonunu çıkartmıyorsun?” diye sordu Valentine. Yabancının yüzündeki gülümseme gitmişti ve gözleri cam kesilmişti.
“Şey! Seni kızdırdıysam özür dilerim. G-g-gerçekten. Tabii istemiyorsan kapüşonunu çıkartmayabilirsin.”
Sözcükler diline dolanmıştı. Gözleri Valentine'i o kadar çok korkutuyordu ki. Ama bu telaşı ve korkusu yabancıyı güldürmüştü.
“Merak etme. Sadece aklıma bir şey geldi.”
Yüzünde zafer kazanmış gibi bir gülümseme vardı. Bir süre konuşmadılar. Valentine yere bakıyordu ama onun hala kendisine baktığına emindi. Aralarında büyük bir sessizlik vardı. Gerçekten. Valentine yabancıya dönük duruyordu- hala- . İç sesinden kocaman bir her neyse çekti. Valentine iç sesi ile boğuşurken aniden:
“Adım George.” dedi yabancı. Tanrım, ne kadar kabaydı. Onunla o kadar konuşmuştu ama adını bile sormamıştı ve o söylemeseydi sormayı da unutacaktı.
“Benimki de Valentine.”
“Tanıştığıma memnun oldum, Valentine.”
“Bende.”
Valentine başını aşağıya eğmiş gözlerini ise yukarıya çevirmiş utangaç bir gülümseme ile bakıyordu O'na. O ise Valentine'e yüzünde hafif bir gülümsemeyle bakıyordu. Gözlerine kenetlenmişti. O da Valentine'ninkilere. Ama Vale George'a gözlerinin ne kadar güzel olduğunu düşünerek bakıyordu. Çünkü gözleri gece mavisiydi. O ise Vale'in gözlerine bambaşka bakıyordu. Gözlerinin güzelliğine değil de sanki otobüste “Ah, işte sonunda parfümeri mağazasında bana koku satan o güzel satış elemanını buldum!” demesi gibi yada o şişko firma müdürlerinin “ İşte, işini iyi yapacak birini buldum!” demesi gibi yada eskiden en iyi arkadaşı olan ama şimdi Vale'den nefret eden moda düşkünü Megan’ ın beraber dışarıda dolaşırken aniden bir tiz kız çığlığı atarak “Ayyy, sonunda istediğim ayakkabıları buldum.” demesi gibi bakıyordu.
Bu örnekleri vermemin sebebi insanların aradıkları bir şeyi bulduklarında gözlerinde ani bir parıldama meydana gelir. George’ un gözlerinde de bu ışık vardı. O, Valentine'e “İşte aradığım kız.” der gibi bakıyordu. Ama O, Valentine'den en az 4 yaş daha büyüktü. Birbirlerine bakışırlarken “Son durak. Sanırım inmen lazım.” dedi George. Yüzünde yine o zafer kazanmış gülümsemesi vardı.
“Evet, inmeliyim.” dedi ve arkasını dönüp çıkış kapılarına doğru yürüdü. Arkasından:
“Görüşürüz.” diye bağırdı George.
Vale sessizce “Umarım.” demekle yetindi ve metrodan indi. Bir şey dikkatini çekti. O metrodan inmemişti. Kapüşonunu çıkartmamıştı.
Onda tek gördüğü gözleriydi. O gece mavisi gözleri. Zafer kazanmış gibi bakan gözleriydi. Metrodan indikten sonra arkasını dönüp metroya baktı. Metro camından görüldüğü üzere metrodan inmişti. Tuhaftı. Çünkü Vale indiğini görmemişti. Etrafına bakındı. Yoktu. Belki de kapüşonunu çıkartmıştır ve ben onu tanıyamıyorudur, diye düşündü Vale. Ama onu tanımaması ne mümkündü. Mavi gözlerinin kilometrelerce uzaktan bile görülebileceğini düşündü. Vale etrafına bakınırken omzunda bir el hisseti ve “George” diyerek döndü ama arkasındaki George değil babasıydı.
“Ahh, merhaba baba.” Çok sıkıntılı bir yüz ifadesi kullanmıştı. Çünkü babası Vale'e o kaba bıyıklarının altından gülümsemiyordu. İnanın bana babası bıyıklarına ondan daha fazla değer veriyor.
“Hıhı, tabii, merhaba.”
“Neden buradasın?”
“Seni okula götürmeye geldim. Belki metrodan çoktan inmişsin ve okula gidiyorsundur diye tahmin ettim ama meğer buradaymışsın. Hala.”
“Beni okula götürmek zorunda değilsin. Hala.”
“Hadi ama Vale. Seni okula götüreyim. Bir gün öldüğümde, Babam beni okula götürmedi bile, demezsin.”
“Tamam.”
Konuşmadan yürüyerek metro istasyonundan dışarı çıktılar ve babasının o eski arabasına bindiler. -Ayrıca babası, arabasına da Vale'den daha fazla önem veriyor. Aynı bıyıkları gibi.-
Konuşmadan arabayı düz yolda sürüyordu.
Okulda
Okula çoktan gelmiştiler. Vale teşekkür edip arabadan inerken kapıları kilitledi.
“Baba lütfen kapıları açar mısın?”
“Bir soruma cevap ver ondan sonra.”
“Tamam. Sorun nedir?”
“George kim?” Bu sorusu Vale'in kafasına bir balyoz gibi inmişti. Boğazına resmen bir yumru oturmuştu.
“Bu seni ilgilendirmez. Benim özel hayatıma karışamazsın.”
“Demek ki özel biri ha?”
“Senin nasıl bıyıkların ve araban sana göre özelse bana göre de özel olan insanlar var.”
Vale'e soru soran gözlerle bakmaya devam etti.
“Sevgilim değil. Sadece metroda tanıştığım biri. Umarım bu senin için açıklama olmuştur.”
“Yeterli değil ama nasılsa haftasonları benimlesin. Seni sıkıştırır, öğrenirim.”
Bu arada kapıyı açtı ve:
“Sonunda kapıyı açtın. Teşekkür ederim.”
“Bir şey değil Vale. Sonra görüşürüz.”
Kendince mırıldanarak “Tabi, tabi…” dedi ve arabadan inerek okul yolunu yürümeye başladı. Yere bakıyor ve düşünüyordu. O sırada Ashley çığlık attı ve koşarak Vale'e doğru gelmeye başladı. Kolları iki tarafa açıktı ve kıvırcık saçlarını rüzgara bırakarak, ağzında kocaman bir gülümsemeyle Vale'e doğru geliyordu. Yanına ulaşınca:
“Selam Vale.”
“Selam Ash.”
“Eee… İspanyolca sınavına hazır mısın?”
“Bu gün sınav mı var?” Gerçekten şaşırmıştı. Ayrıca telaşlıydı.
“Yoksa çalışmadın mı?”
“Hımmm… Hayır.”
“Eh, artık kopya veririm sana.”
“Yok canım, iyi ki dersi iyi dinliyorum.”
"Sen bilirsin. Yinede sıkıştığın bir soru olursa öksürmen yeterli. Sana bakarım."
"Sağol. Gerçekten çok iyisin."
Ash, Vale'in koluna girdi ve ilerlemeye başladılar. Okulun içine girdiler ve ders kitaplarını almak için dolaplarına ilerlemeye başladılar.Bu anda birbirlerinden ayrılmışlardı. Dolabına varınca Vale dolabı açtı ve gerekli olan kitapları aramaya başladı. Kitapları arıyor bir yandan da
dolabına astığı aynadan okulun en tatlı çocuğunu kesiyordu. Vale, birkaç kere aynadan baktı ve son bakışında George'u sanki okul yanmış gibi ve okulda tek sağlam kalan kendisiymiş gibi elleri kapüşonunun içinde olmak kaydı ile Vale'e mavi gözleri ile dikdik bakarken gördü. George:
"Keşfet artık." dedi Valentine'e. Valentine kalp atışları inanılmaz derecede artmışken arkasını döndü ve George'un daha temin olduğu yere baktı. Baktığı yerde sadece okulun en tatlığı çocuğu ve cadı Megan vardı. Megan, Valentine'i sadece bir sevgili için bırakmıştı ve sevgilisi onu bırakınca Valentine ile tekrar arkadaş olmak istemişti. Valentine ise onu reddetmişti.
Megan, Valentine'e kibirli bakışlarından birini attı ve yürümeye devam etti. Valentine, Megan'a sinir dolu bakışlar ile bakarken okulun en tatlı çocuğu olan William'ın kendisine şaşkınca baktığını gördü. Onunla gözgöze geldiklerinde Valentine kafasını çevirdi. Ders kitaplarını ayarlamaya çalışıyordu. Bir yandan ise aynadan William' a bakıyordu. William, Valentine'e doğru geliyordu. Tam Valentine'in omzuna dokunacak iken Valentine arkasını döndü ve:
"Benden ne istiyorsun?" diye bağırdı William'a. William ellerini suçluymuş gibi kaldırırken Vale ağzını kapattı ve:
"Çok özür dilerim William. Şu anda- şu anda... Morallerim alt üst oldu. Üzgünüm, Gerçekten."
Vale, ağlamaklı bir ses ile konuşunca William:
"Sorun değil Valentine. Sadece Megan'a neden öyle baktığını soracaktım?"
"Sadece küçük bir anlaşmazlık. Aslında beni biri için bıraktı ve daha sonra tekrar arkadaşı olmamı istedi."
"Tamam. İstediğin bir zaman anlatırsın."
"Elbette."
"Pekala. Derste görüşürüz." İnsanı sersemleten bir gülümseme ile Vale'in yanından ayrıldı.
İspanyolca dersinde
İspanyolca öğretmeni Sessie sınıfa girdi ve sınav kağıdı olduğunu sandıkları kağıtları masaya bıraktı. Gözlüğünü düzeltti. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. Sessie, isminin bayan ismi olmasına rağmen bayan değil erkek bir öğretmendi. Hafif şişmandı ve kafasının ortası keldi. Sadece yanlarda saçları vardı. Gözlüklüydü. Ayrıca çok kibirliydi ve temizlik hastasıydı. Konuşurken her kelimesini vurguluya vurguluya söylerdi ve konuşurken bayılacağınız gelirdi.
"Hepiniz masaya bıraktığım kağıtların sınav kağıtları olduğunu biliyorsunuz, değil mi?"
Bütün sınıf kafasını salladı. Profesör güldü:
"Elbette. Bu. Kağıtlar.Sınav. Kağıdı. Değil.Sadece size ders çalıştırmak için bunu yaptım.Bu kağıtlar ödev kağıtlarıdır. İlk 10 kişi kendisine ödev eşi seçecek ve bu ödev için bir hafta boyunca hazırlık yapacaklar. Şimdi başlayalım."
Yoklama sırasına baktı.
"Haley. Kimi seçmek istersin?" Haley hiç düşünmeden "Megan!" dedi. Megan'ın itirazına kalmadan Öğretmen ödev kağıdına Megan ve Haley yazdı ve Haley'e verdi. Haley, Megan'a pispis sırıtarak bakıyordu.
"William." Birden bire Valentine'in içine bir ürperti doldu ve George'un sesini duydu. "Yapma Valentine. Kendini bu çocuk için harcama."
Valentine kulaklarını tıkamak üzereyken "Valentine" diye bir ses duyuldu. William, Valentine'in adını söylemişti. Vale'in kalbi yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Öğretmen, kağıda ikisinin adını yazdı ve William'a verdi. Öğretmen, diğerlerine de sorup ödevleri verdikten sonra zil çaldı ve Vale istemeye istemeye William'ın yanına gitti ve:
"Ödevimiz nedir, ortağım?"
"Bilmiyorum, okuyamıyorum. İspanyolca yazıyor."
Yine George'un sesi kulaklarında yankılandı. "Benim söylediklerimi tekrarla."
Vale, George'u tekrarlamaya başladı. Bu arada sınıfta kimse kalmamıştı.
"Aşağıda verilen konuya ve kurallara uyarak bir parça yazınız. Ayrıca seni çok seviyorum William." Bu anda kapı kapandı.Son cümleyi Valentine kendi isteği üzerine ağzından kaçırmıştı.
"Sen ciddi misin?"
Vale kafasını salladı.
"Şaşkınım. Çünkü daha önce kimse bana seni seviyorum demedi. Hep ben kızlara söyledim. Sanırım bu ödev bizim aşkımızın başlangıcı olacak."
Vale gülümsedi. William, Vale'in elini tuttu ve sınıftan dışarı çıktılar. Ama Vale arkasına baksaydı George'un orada olduğunu ve kendilerini dinleyip üzüldüğünü anlayabilecekti.
"Hoşçakal Vale. Seni tanımak güzeldi."
George açık pencereden gelen hava ile yok olup gitti.
Son